26 Ekim 2014 Pazar

“Başka Yerde Şubemiz Yoktur” Muhabbetleri


-İsim yapmış tatlıcıların veya dönercilerin veya vb.lerin clonlarından sakınmak için camlarına yazdıkları yazıdır.
- Görünce ''zincirleme tükan açmıyoz biz arkadaşım, zaten açacak paramız da yok. Geliyosan gel beklentilerini bi tek bu tükan karşılar.'' gibi bir imaj sezdiğim sloganımsı.
- Bu cümlede kasıt aslında insanı fark etmeden ele geçirmektir. Dikkat edilirse zaten müşteri kaçırmak gibi bir kaygısı olmayan markalaşmış işletmeler bu tip şeylere rağbet etmezler. Adamın mazisi ortadadır çünkü başka şubesi olsa da adamı ırgalamaz ki.

-Başka yerde şube açmadıkları halde, her semtte "öz inci, bir inci, yeni inci, güzel inci, inciler" gibi varyasyonları olan tükkan ve mağazaların, müşteriyi yanıltmaktan ve kendilerini de-popularize olmaktan korumak için kapılarına duvarlarına astıkları tabela.
-Kısaca “şubemiz yoktur” da yazılabilir.
-Çok başarılı işletmeciler değiliz o yüzden sadece bu dükkanla sınırlı kaldık demenin sanki bu övünülecek bir şeymiş gibi söylenmesi.
-Genellikle inci gibi çok kurumsallaşmamış, sağda solda bin bir şubesi açılmamış kurumların, sağda solda "öz inci" “gerçek inci” "pembe inci" ve "bir inci" gibi versiyonlarından dolayı kapılarının kenarında bulunan, "siz hepiniz kazık yediniz", "içinizde patlasın" ve "there can be only one" anlamlarını barındıran bir cümleciktir...
-"Paranızı bize verin"
-Taklitlerimizden sakınınız.

-Baska yerde şubesi olması bir müessese için bir kayıp ya da olumsuz bir durum oluşturmaz aslında, Çünkü özünde yine o kuruma doğrudan bağlıdır, paralar kırışılır ennihayetinde. Kötü olan taklittir. Yukarıida değinildiği gibi taklitlerimizden sakınız çok daha yerinde bir slogan olacaktır.
-Markasını ya da ticari unvanını tescil ettirip hukuken korumayan zihniyetin bulduğu koruma yöntemi. Peki senin markayı haksız yere kullanan kişi de başka yerde şubemiz yoktur derse ne olacak. Millet kime inanacak e Türk esnafı diye sormak gerekir.
-“Azıcık aşım ağrısız başım” mottosunu benimsemiş lokal işletmelerin en haso sloganı.. kendileri aynı zamanda “Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik mottosuna da sıkı sıkı bağlıdırlar.. Fatalist bir yapıları ve gür bıyıkları vardır bunların..
- Eminönü'nde bir işporta tezgâhının üstünde gördüğüm yazı.

-Anlatım bozukluğu barındıran ifadedir. Sebebini kapsamlı şekilde açıklamak için önce TDK'ya uğrayalım:  -Şube: Bir kurumun, bir kuruluşun alt mevkilerindeki iş yerlerinden her biri.
-Bu ifadeden basitçe şunu anlıyoruz: Şube kavramının geçerli olması için, o iş yerinin bağlı olduğu bir kurum olması şarttır. Evet, bu noktadan itibaren anlatım bozukluğunun sebebi ortaya çıkmıştır; fakat açılımın eksiksiz olması için biraz da ayrıntılara girmek uygun düşer:
-Evet; şube kelimesinin anlamına bakınca, "başka yerde" tümleciyle kurulan bu cümlenin Türkçe mantığı adına hatalı olduğu aşikardır. Esasında "başka yerde" tümleciyle masum bir vurgulama çabası güdülmektedir; fakat bu masumiyet Türkçe için masum olmamaktadır. kulağa ve göze biraz garip gelse de, "başka yerde dükkanımız yoktur", "başka yerde mağazamız yoktur" gibi söylemler, Türkçe adına da masum durmaktadır.
- Bazı kuruluşların hizmetini aldıktan/gördükten sonra bu ifadeyle, diyelim lokanta çıkışında, karşılaşan insanların anlamlı anlamlı başlarını sallayıp -en azından içlerinden- "neden diye sormamıza hiç gerek yok!" dediklerini düşünüyorum.
- Ticari zekanın kıt olduğunun ve işletme yöneticilerinin tırsak olduğunun göstergesi. Marifet gibi asarlar bu yazıları. 
-Bir çiğ köftecide "Bu fotoğrafın olmadığı yerler şubemiz değildir" yazılı tabelayı gördükten sonra etkisi azalmış sözdür.
- Türk işletmecisinin marifetmiş gibi işletmesine astığı yazı. Türkiye de sektörlerin neden gelişmediğinin bir başka kanıtı.
- Türkiye'de franchising sisteminin gelişmemesinin, işletmecinin müşteriye gitmek yerine, müşteri bize gelsin demesinin sonucu övündükleri kelam. "1950'den beri" gibisinden de ibare eklerler altına övüne övüne. Ama elin oğlu burger king açar yayar dünyaya olay biter. Hadi gel de övünmeye devam et abicim. "başka şubemiz yoktur." peeh..
- "Başka yerde şubemiz yoktur" demenin avantajları da vardır diyenlerin, bir girişimcinin hedefinin öncelikle kar olduğunu hesaba katması gerekmekte.
- Genellikle bu açıklamayı yazan mekanlar bi moka benzememektedir. Millet bir şey sansın diye yazarlar bu ibareyi.
________________________________________________________


‘Başka şubemiz yoktur’

Soru: Sevgili Sivilay Abla; bizden niye hiç marka çıkmıyor? Dünyayı geziyorum, Yetmiş iki milletin markası var bizim yok. Hadi otomobili, bilgisayarı geçtim. Vallahi ülkemiz dünyanın yemek üssü hâline gelebilir. Yemeklerimiz o kadar güzel. Hiç değilse dünya çapında şubeleşmiş bir köftecimiz olaydı. Var mıdır bunun ruh ve sivil hastalıkları cihetiyle bir cevabı? (Mert Hekimoğlu)

Cevap: Sevgili Mert; meşhur köftecilerimizin, lokantalarımızın gururla kapılarına astıkları bir tabela vardır:

“Başka şubemiz yoktur.”

Başka şubemiz yoktur, yani “Ben vızır vızır işleyen bu müesseseyi bir iken iki, ikiyken dört, dörtken sekiz yapamadım. Beceriksizin tekiyim. Aslında tam bir ‘loser’ım. Zekâ kapasitem en fazla beş garsonu idare etmeye yetiyor. Kasayı bakkal defteriyle tutabiliyorum. Bana mı kaldı şubelere yetişmek. Çocuklarım da bu köftecide sürünüp gidecek.”

Başarısızlığın övünç nedeni olduğu bir ülkeyiz. Hâl böyle olunca da McDonald’s Çin’den Arjantin’e herkesin tadını bildiği, üzerine güneşin batmadığı yassı bir köfteyken, Adapazarı’nın Meşhuuuur Islama Köftesi başka şubesi olmayan bir dükkânın esiri olarak kalıyor.

Tabii bu başarısızlık senfonisi tek enstrümanla çalınmıyor. Biz köfteseverler de vurmalı sazlarla ritim yapıyoruz.

Markalaşma ve şubeleşme yolunda büyük adımlar atan bir köftecinin Sultanbeyli’de bir Alış-Veriş Merkezi’nde bulunan şubesinde yemek yiyen iki ihtiyar yaşıtıma kulak misafiri oldum geçen. Adamlardan biri Manisa’da askerlik yapmış. Aman efendim, o zamanlar Akhisar’daki dükkânlarında bir köfte yapılırmış bir köfte yapılırmış, tadına doyamazmışsın. Şimdi nerdeee. Şube açınca bozmuşlar. Yazık yazık yazık.

Gel de böyle bir ülkede marka ol, şube aç, dünyaya yayıl. Sen istesen, müşteri izin vermiyor. Paçandan aşağı çekiyor, heyecanını kırıyor.

Yahu Akhisar’a gidecek hâlin yok. Gitmeye kalksan yolda kalırsın. Hadi sağlığın elverdi diyelim. Akhisar’a köfte yemeye mi gidilir. Adam uğraşmış etmiş, Sultanbeyli’nin AVM’sine kadar köfteyi ayağına getirmiş. 

Müsaade et de tadı az eksik olsun.
______________________________________________________________________



BAŞKA ŞUBEMİZ YOKTUR. nedir?

Mehmet T.
MAMRA Danışmanlık - Kurucu & Yönetici
Zincir olmanın gücü???
20 yıl önce Türkiye pazarına giren yabancı sermayeli zincir mağazalara bir üniversite öğrencisiyken hayran hayran bakardık. Organize olmanın sadece Amerikalara ve Avrupalara ait olduğu hocalarımız (?) tarafından söylenir ve sözüm ona entellerimiz tarafından yazılır çizilirdi. Bizler ise ‘’ Başka Şubemiz yoktur’’ gibi başarısızlığımızı ve ufuksuzluğumuzu tabela haline getirir ve bununla övünürdük. 1994 yılında İstanbul’ a geldiğimde İçerenköy Carrefour mağazasını görünce çok etkilenmiştim. Düşündüm kendi kendime bu adamların bunun gibi ….. kaç tane mağazası varmış ve bunu tek merkezden yönetiyorlarmış diye.

Gelelim şimdiye; Talebeliğimin geçtiği mahalleye gittim, bakkalımız, terzimiz, ayakkabı tamircimiz, sucumuz (1994 ‘te İstanbul’da sular akmazdı?) kapanmış. Peki yerleri ne olmuş? Bijuteri şubesi, fitness salonu şubesi…

Şimdi ise evimin karşısına geçen hafta bir çiğköfteci açıldı. 22 yaşındaki (ben unun yaşında üniversite öğrencisiydim) işletmecisi ile sohbet ettim, ‘’en kısa zamanda 20 şube olucam abi’’ diyor.

Yurtdışından gelen müşterilerimi, Simit Sarayı, BİM ve LC Waikiki mağazalarını mutlaka gezdiriyorum. 20 yıl önce benim İçerenköy Carrefour’ a hayran hayran baktıklarını yüzlerinde görünce iftihar ediyorum.

Evet, o kapanan bakkalım, terzim (sucuya gerek kalmadı çok şükür!!) bu çiğköfteci gibi düşünebilseydi acaba ne olurdu?

Takdir sizin, saygılarımla…

______________________________________________________________________




Başka Yerde Şubemiz Yoktur

Kimi köklü, kimi yeni yetme işletmelerden bazılarının duvarlarını süsleyen, dört kelimeden oluşan bir ifadedir; bir eşsizlik manifestosu olarak “Başka Yerde Şubemiz Yoktur” ve yazan için bir gurur nedeni, bir meydan okuma, velinimetlerini sahtelerinden sakınma yüceliği, ilkel bir hak koruma yöntemi sayılabilirken; okuyan muhataplarından bazıları içinse belki o “ürünün” de hak ettiği bir kabulleniş, belki bir keşif ayrıcalığı, doğru yeri bulmuş olma rahatlaması gibi anlamlara gelebilir.

Şubesi çok bazı kişiler için ise başka anlamlar ifade edebilir bu.

– Burası benim olacaktı, şimdiye kadar yurt sathına yayılmıştık…

– Şu Şişli’deki yer buranın şubesi değil miymiş?

– Başka yer açacak kadar palazlanmamışlar daha…


– Riskli tabii, şimdi git Kadıköy’de şube aç; tutar mı tutmaz mı orda…

– Bunun formülü bir sır, kasada tutuyorlarmış, vermiyorlar kimseye…

– Sahibinin oğlu yokmuş, damatlarına da güvenememiş…

– Başka yerde de varlar aslında ama orası şubeleri değil, merkezleri…

– Ortaklarından yeni ayrılmış, anlaşamamışlar; o da asmış yazıyı…

– Ben ne düşüneceğim, başka yerde şube açanlar düşünsün…

– Burası benim olacaktı, şimdi New York’ta şube açmıştım…

Bu örnekler çoğaltılabilir ama siz, siz olun, başka yerde şubesi olmayan bir yere bunun nedenini sormayın.

“Ürünün” hak ettiği bir ünden bahsetmiş olmamız, ülkemizde hizmet sektöründe bu cümleyi kurabilecek yetenekte, ayırt ettiren bir “hizmet”, bir “sunu” eksikliğine yorulmalı belki… Örneğin başka yerde şubesi bulunmayan lokantalar daha çok yemeklerinin nefaseti ile övünürler, hizmetlerinin değil. Hizmet onlar için kulaklarında kulaklık, ellerinde elektronik sipariş aletleri, kendileriyle göz teması kurmaya çalışan misafirlerden göz kaçırmaya yarayan teknolojik bir şey olsa gerektir yeni yeni. Ya da hesap pusulasının yer aldığı tabağın içine serpiştirilmiş kâğıt kolonyalı bir uğurlama olabilir çok çok. “Afiyet olsun”dur… “Yine bekleriz”dir… Ve o haliyle başka yerde şubesi olmamanın ağırlığını taşıyabilecek bir ağırlamadan söz etmeyiz bile.

Şubeleri olmayan, yine de bunu yazmayan, ihtimam tastamam yerleri düşünelim bir…

Mesela, tellakları ne kadar maharetli olursa olsun, şimdiye kadar bir hamamın duvarında görmedim ben böyle bir yazı ya da bir berberin duvarında… Karaköy’ün küf kokulu bazı dar sokaklarındaki sermaye sahiplerinin duvarlarında da görülmezler. Belki muamelelerini o sözü edebilecek farklılıkta görmezler; her an başka yerde şube açabilme özgürlüğünden muaf tutmamak için kendilerini belki de… Sattığı şeylerden başka yerlerde de bulunan bir bakkalda da göremezsiniz örneğin… “Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı” tavrını tercih nedeni saydığınız birinde veya kendisine para öderken bile bir köşedeki televizyonundan gözünü ayırmayan, size “Bu bakkal var ya bu bakkal… İyi ki var bu bakkal; yoksa halimiz nic’olurdu!” dedirten bir başkasında…

Yani mutlaka üretilen özgün bir “şey” olmalı, sadece orada satılmalı, “bir tane olsun, benim olsun” bir duvarın “başka-yerde-şubemiz-yoktur” dört pırpırıyla övünebilmesi için. Bunun istisnası da olabiliyor elbette, mesela pişirme yöntemiyle övünen ama ekmek aynı ekmek bir fırının duvarındaki “veresiye veremem, peşin sıra gelemem, gelirsem de bulamam, bulursam da alamam” yazısının hemen altında.

Aslında ticari hak tescili kavramının ülkemize geç girmesi, “hakkıdır hakka tapan” hakkı, hakka veya esnaf ve sanatkârlar odası aidatlarına emanet bazıları için hiç girmemesi gibi basit bir temele de dayandırılabilir hakikaten; istisna-kaide ilişkisi de göz ardı edilmeden. Öyle ya, başka yerde şubeleri olduğu varsayılabilecek; hatta, emsalleri bulunan bir işletmenin o ürünle ilgili veya tabelasında yazan ismiyle ilgili bir kaygısı olmasa böyle bir yazı asmasına gerek kalır mıydı? Olmazdı başka benzeri, üretemezdi başkası o ürünü ve o ürün başka yerde de satılmazdı… Böyle olmuş olsaydı, yani o ürünle ilgili tek söz sahibi olsalardı, başka şube açarlar mıydı duvarlarına o sözü yapıştıranlar? Yoksa “azıcık aşım, ağrısız başım” mı derlerdi, akşam üstü Beşiktaş-Üsküdar vapurunu andıran bir kalabalığa ancak yetişiyor olmanın burnundan kıl aldırmayan rehavetiyle ünlenen ve bununla yetinenler?

Biz kendi kahvemizle kavrulalım mantığı mıdır kuru kahveci mahdumlarından birinin bile başka bir şube açmaya kalkışmamış olmasının nedeni; yoksa “Mehmetefendi erkil bir aile saadeti” midir ortak çıkarlarını küresel müstevlilerin hain emelleriyle birleştirmekten alıkoyan?..

Hayatın gelişigüzelliklerini birbirinin tıpkısı tekdüzeliklere indirgemiş yapay güzelliklerden haz etmem ben ve her şeye rağmen, severim –farkını kendim teslim ettiğim sürece– başka yerde şubesi yok şeyleri.

Değil mi ki başka yerde şubesi yok; kendilerine vekaleten sattırdıkları plastik içine sandviç alüminyum “garp kurnazlığı”na paketlenmiş “şark kahvesi” yerine, ben yine taze kavrulmuş halis “Türk Kahvesi” kokusunu içime çeke çeke, sıramın önüne geçme aklıevvelliklerini “benimki seninkinden daha taze olacak” salakça avuntusu eşlikli gülümseyişimle savuşturup, evime ağzı zımbalanmış minik kese kâğıtlarından götürmeyi tercih edeceğim sonuna kadar…

24 Ekim 2014 Cuma

Et Ürünleri Hakkında Bilgiler


Sığır, koyun, kümes ve av ve deniz hayvanlarının yenilebilen kısımlarına "et" olarak tanımlarız. Etler, kas (adale) hücrelerinin sıralanıp bağ dokusu ile birleşmesinden meydana gelir. Et, besinler içinde en kıymetli olanlardandır. Protein, yağ, su az miktarda hayvansal karbonhidrat (glikojen) ve madensel tuzları ihtiva ederler. Etteki bağ dokusu az ise etler yumuşaktır. Nitekim zayıf yapıdaki hayvanların etleri serttir. Genç hayvan etleri yumuşaktır. Et kırmızı renkli olmalı, soluk pembe olmamalıdır. Bekleyen etlerde oluşan kötü koku ve renk değişiklikleri bizlere uyarıcı olmalıdır.

Etlerin pişirilmeleri sindirim kolaylığı ve içindeki zararlıları öldürmek içindir. Ancak fazla pişirme nedeniyle besin değerinde kayıplar oluşmaktadır. Et kömürleştiğinde de besin değeri kalmaz. Etin suyu atıldığında erimiş madenler ve vitaminler besinden uzaklaştırılmış olur. Bu nedenle, etlerin çeşidine göre pişirme yöntemleri uygulanmalıdır. Pişirme yöntemlerini şöyle sıralayabiliriz.

Kuru ısıda pişirme: Bağlantı dokuları az olan etlere (bonfile, biftek) uygulanır. Örneğin; ızgara yapmak

Suda pişirme, söğüş yapma: Bağlantı dokuları çok olan etlere uygulanır. Çok veya az su katılabilir. Yemeğin suyu kaşıkla tüketilmelidir.

Nemli ısı da pişirme: Bağlantı dokuları çok olan etlere uygulanır. Çok veya az su koyulabilir. Kavurma gibi kapalı pişirilir. Şeffaf, ısıya dayanıklı torbalara susuz olarak konularak et, tavuk bu yöntemle de pişirilebilir.


Yağda kızartma: Bağlantı dokuları çok olan etler kıymaya çevrilerek kızartma usulüyle pişirilir. Örneğin; köfte gibi Ancak köfte ülkemizde hem kuru ısıda, hem suda, hem nemli ortamda nemde yağda kızartılarak yapılmaktadır. Bu uygulama durumlarına göre köftenin içine katılan maddeler farklıdır.

Pişirmeden, Çiğ Et Tüketimi: Etler ayrıca pişirilmeden, ancak bazı işlemlerden geçtikten sonra da besin olarak tüketilebilirler. Sucuk, salam, sosis, pastırma olarak tüketilen etler çeşitli işlemlerden geçmektedir. Geleneklerimize göre et pişirmeden hazırlanan besinlere en az %10 oranında tuz katılmakta ve baharatlı çemen gibi maddelerle kaplanıp kurutulmaktadır. Bu şekilde besin olarak hazırlanan etlerde (sucuk, pastırma) genellikle mikrop üremesi beklenmemektedir. Ancak sosis, salam gibi farklı hazırlanan besinler soğukta saklanmalı, pa-ketleri açıldıktan sonra hemen tüketilmelidirler. Çünkü kolaylıkla bozulurlar.

Hayvanlar, çeşitli hastalık etkenleri taşıyabilirler. Bir kısmı insanda hastalık yapabileceği için, eti yenilecek hayvanların sağlıklı olması gerekir. Hayvanların kesilebilmeleri için veteriner kontrolünden geçmeleri zorunludur. Kesim yapıldıktan sonra etler yıkanmamalı ve kirli yüzeylerle temas ettirilmemelidir. Yıkanan etin içine mikroplar girer. Bu nedenle etin kesim sırasında kirlenmemesi ve kirletilmemesi gerekir. Ayrıca pişirmeden önce de parçalanmış etler su içinde tutulmamalıdırlar. Besin değerinden kayıplar olacaktır. Kesilen etler asılarak kurutulmalıdır. Bu durumda dıştaki kuruyan tabaka (fasiya), içeri mikrop girmesini önler. Etin uzun süre saklanabilmesi için tuzlanmalıdır. Tuz dışında tütsüleme gibi işlemler yapılabilir. Ke-simden sonra ette çeşitli hastalıklara ilişkin oluşumlar görülürse, tüm etler yakılmalı veya tamamen yok edilmelidir. Etler imha edilmez ise, köpek ve benzeri hayvanların atılan etleri yemeleri durumunda hastalık yayılır. Kesilen etin üzerine uçucu sineklerin konmaması gerekir. İlaçlama yapılması sakıncalı olacağı için, esas yapılacak işlem kesilen etlerin sinek ve böceklerden uzak kalmasının sağlanmasıdır. Etler yenilmeden önce 1 gün kadar bekletilecek olursak, hücrelerin ölmesi tamamlanmış olacaktır. Adaleler kesimden sonra 8 saat kadar canlı kalabilirler. Etler kesildikten, parçalandıktan sonra mikroplarla teması artacaktır. Bu nedenle kısa sürede tüketilmelidirler. Özellikle kıyma kısa sürede tüketilmelidir. Nitekim kıymanın daha uzun sürede tüketilebilmesi için önceleri kavurup saklanma yoluna gidilmekte idi. Bu günde bu yöntem kullanılmaktadır. Kavurma, sucuk, pastırma gibi işlemlerden geçmeyen etler ancak buzdolabında dondurularak kullanım süreleri uzatılabilir. Etler, bu nedenle sağlıklı koşulda satışa sunan veteriner kontrolünde kesim yapan kasaplar ve benzeri kuruluşlar dışındaki yerlerden satın alınmamalıdır.

Hayvanlar kesilip etleri alındıktan sonra, etlerin saklanması önem kazanmaktadır. Çünkü, et mikropların üremesi için çok uygun bir besiyeridir. Etler -2 ° C de yağlı kağıt gibi özel ambalajlanarak sarılır, buzlukta birkaç hafta, -18° C de 3-6 ay gibi uzun süre, -32°C de dondurularak çok uzun süre saklanabilir. Donmuş et soğuk yerde çözülmelidir. Çözülmüş etler tekrar dondurulmamalıdır.

Kümes hayvanları: Yumurtasından ve etinden faydalanmak için yetiştirilir. Diğer etlere göre yağ oranı düşüktür. Bu nedenle enerji değeri de düşüktür. Pişirme yöntemi aynıdır. Kümes hayvanlarının etlerine dikkat etmek gerekir. Çünkü tavukların dışkısında bulunabilen tifo ve paratifo grubu mikroplar (salmonella türleri) özellikle kesilip parçalanmış tavuk etlerine bulaşmış olabilir. Bu nedenle damgasız paket veya açıkta satılan tavuk etlerinin yenilmesi sakıncalıdır. Dondurulmuş olmayan tavuk etleri hemen tüketilmelidir.

Kümes hayvanlarının etleri genellikle daha ucuzdur. Kümes hayvanı genç ise, kısaca piliç ise pişirilmesi çok kolaydır. Kümes hayvanlarının etlerini pişirirken, pişme suyuna soğuk su eklendiğinde et sertleşecektir. Bu açıdan pişme sırasında su eklenmez. Kümes hayvanlarının etleri de diğer etler gibi pişirilebilir. Ancak derisi çıkarıldıktan sonra, kümes hayvanlarının daha az yağ kapsadığı unutulmamalıdır.

Su Ürünler Hakkında, Su Ürünleri Nedir: İlk planda balıklar gelir. Proteinleri iyi kalitelidir. Dana etinde ortalama %12 protein varken, balıketinde bu oran %24'dür. Balık, vitamin ve mineral açısından da zengindir. Balıklar dondurularak saklanır. Balık etinin pişirilmesi daha kolaydır.

Balıkların çok kısa sürede bozulmaları nedeniyle taze balığın özellikleri bilinmelidir. Taze balığın özellikleri; gözleri parlak, lekesiz, solungaçları kırmızı-pembe, pullar ve yüzgeçler diri, kasları sert ve esnek, kokusuz, parmak ile basıldığında parmak izi hemen kaybolan balıklar tazedir. Balık genellikle temizlenmeden satıldığından, bağırsaklarındaki mikroplar kolaylıkla bozulmasına neden olabilir. Toplumun bilinçlenmesi sonucu, bozuk balık yemekten dolayı zehirlenmeler ülkemizde giderek azalmaktadır.

Konserveler: Konserve etlerin, özellikle balık konservelerinin üzerindeki son kullanma tarihine ve TSE damgalı olmasına dikkat etmelidir. Bozuk konserve kutusunun kapak kısımları şişkin olur. konserve içinde bulunan mikroplar gaz oluştururlar ve oluşan basınç nedeniyle konserve kutusu şişkin şekle gelir. Konserve etler daha ziyade fırınlama, pastörizasyon ve sterilizasyon işlemi sırasında dolaylı olarak pişirilmektedir.



Et Hakkında Bilgi


Et: İnsanların, hayvanlardan elde ettiği temel gıdalardan biri ve birincisi.

Hayvan eti, insanoğlunun herhalde ilk besinlerinden biriydi. Avcılık döneminde insanın en büyük uğraşı buydu. Sebzelerin yararı buna göre çok sonra anlaşıldı ve tarımın çok ileri bir aşamasında sebzecilik insan uğraşları içine girdi.

Bugün giderek artan nüfus yoğunluğu karşısında, etten alınacak protein ihtiyacım karşılamak bakımından hayvancılığın büyük önemi vardır. Özellikle azotlu ve aminoasitli maddeler yönünden zengin olan et, çok çeşitli biçimlerde pişirilebilir ve büyüme çağında, nekahat dönemlerinde, kansızlık durumlarında ve bazı hastalıklarda (şeker, verem) kesin bir ihtiyaç maddesidir.

Kırmızı ve Beyaz Et
Piştikten sonraki rengine göre et ikiye ayrılır: kırmızı etler, beyaz etler.

Kırmızı etler büyük evcil hayvanlardan elde edilir: sığır (boğa, öküz ya da daha çok inek eti), kuzu, koyun, at Türkiye’de at eti yiyen çok azdır. Batıda da at eti tüketimi, at sayısıyla orantılı olarak gittikçe azalmaktadır.
Beyaz etler ise dana, domuz ve evlerde ya da özel çiftliklerde yetiştirilen kümes hayvanlarından (piliç, horoz, tavuk, ördek, hindi, kaz) elde edilir.

Bazen siyah et adı verilen bir üçüncü et türü de karada avlanan hayvanlardan elde edilen av eii’dir. Kuşlardan keklik, sülün, bıldırcın bunlar arasındadır. İri av hayvanlarının (geyik, yabandomuzu, karaca) etinin lezzeti kasaplık ete göre daha buruktur.

Kasaplık

Kasaplığa ayrılan hayvan ya olduğu gibi ya da besiye çekilip semirtildikten, yani iyice yağ bağladıktan sonra üretici tarafından cezeplere satılır. Celepler, topladıkları hayvanları mezbaha bulunan kentlerdeki hayvan satış yerlerine götürerek toptancı kasaplara satarlar. Mezbahada kesimi bunlar yaptırır. Kesimden sonra yüzülüp içi temizlenen hayvan etleri sertleşsin diye bir süre soğukta dinlendirilir. Sonra, bütün veya büyük parça (yarım, dörtte bir) halinde perakendeci fcasap’lara dağıtılır.

Sağlık Kontrolu

Hayvan etinde insana geçebilen zararlı mikroplar bulunabilir. Bunun için kasaplık hayvanlar çeşitli denetimden geçirilir: canlıyken önleyici aşı yapılır ve sürekli gözetim uygulanır; kesim sırasında bütün işlemlerin elden geldiğince sağlık kurallarına uygun yapılmasına çalışılır; dondurulacaksa hemen buzhanelere gönderilir. Veterinerler hayvanın durumunu kesimden önce ve sonra gözden geçirerek ete damga vururlar. Bu denetim zorunludur, kesilmiş hayvan damgalı değilse kesinlikle bir yerden bir yere götürülemez.

20 Ekim 2014 Pazartesi

Kasaplık Aletleri / Butcher’s Equipment


Özet:
Osmanlı kasapları üç gruba ayrılmaktadır: salhanelerde hayvan kesimi ve yüzme yapanlar, kasap dükkânlarında çalışanlar, sokaklarda gezerek et satanlar. Osmanlı döneminde kasapların kullandıkları aletlerle ilgili bilgiler, yazılı kaynaklardan derlenmiş ve bunlar o döneme ait görsellerle ve günümüzde de yaşamaya devam eden Osmanlı ve erken 20. Yüzyıl örnekleriyle karşılaştırılmıştır. 1582 ve 1720 tarihli iki minyatürde ve 17 veya 18. Yüzyıla ait olduğu sanılan bir albümdeki resimde görülen uzun ve ışıl ağızlı, dümdüz küt uçlu bıçak tipi oldukça dikkate değerdir. Kasapların kullandıkları diğer aletler satır, balta, bıçak, masat, çengel, yağrık (et kütüğü), terazi, kasap süngeri ve tel dolaptır.

Anahtar kelimeler: Osmanlı, Kasaplar, Kasap aletleri, Satır, Mezbaha.

Abstract:
Ottoman period butchers can be divided into three groups: those employed in slaughter houses, those working in butchers’s shops or stalls, and itinerant butchers. Information about the tools and equipment used by these butchers compiled from written sources has been compared with illustrations and surviving examples of Ottoman or early 20th century butchers’ equipment in an endeavour to identify the different types and determine their functions. Most notable is a type of knife with a long flaring blade and blunt straight end which appears in two miniatures dating from 1582 and 1720 respectively and in a picture in a 17th or 18th century album. This knife with its unusual form evidently symbolises the butchers’ trade in these illustrations. Other items of butchers’ equipment include the cleaver, axe, knife, steel, hook, block, scales, sponge and wire meat safe.

Key words: Ottoman Turkey, Butchers, Butchers’ equipment, Cleaver, Slaughterhouse.


Osmanlı döneminde kasapların kullandıkları aletlerle ilgili bilgiler, yazılı ve görsel kaynaklardan derlenerek günümüze gelen bazı kasaplık aletleriyle karşılaştırılmıştır. Derlenen bilgiler ve gözlemlerin ışığında aletlerin farklı çeşitleri ve nasıl kullanıldıkları konusunda sonuçlara varılmaya çalışılmıştır.

Üç ayrı tip kasabın bulunduğu tespit edilmiştir: salhanelerde hayvan kesimi ve yüzme yapanlar, kasap dükkânlarında çalışanlar, ve sokaklarda gezerek et satanlar.

Kullandıkları aletler ve araç gereçler, satır, balta, bıçak, masat, yağrık (et kütüğü), çengel, terazi, kasap süngeri, ve son dönemde tel dolap olarak tespit edilmiştir.


Kasaplar ve iş yerleri
Osmanlı dönemi kasaplar üç gruba ayrılır: salhanelerde hayvan kesimi yapanlar, kasap dükkânlarında çalışanlar ve sokaklarda dolaşarak et satan “çeyrekçi”ler.1

a. Salhaneler
Kurban kesimi dışında, hayvan kesiminin şehir dışındaki devlet kontrolündeki salhanelerde yapılması gerekiyordu. Halep’te de kasaplık hayvanlar şehir dışındaki salhanelerde kesilmesi, bu durumun Osmanlı İmparatorluğunun bütün şehirleri için geçerli olduğu düşünülebilir.2 16. yüzyılda İstanbul’da yenen etlerin çoğu Yedikule’de bulunan yirmi salhaneden sağlanıyordu.3 1640 yılında ise İstanbul’da üç tane mîrî salhane vardı.4

19. yüzyıla gelince biri Yedikule’de diğeri Çatladı Kapısı’nda İstanbul’da özel olarak inşa edilmiş iki resmi salhane vardı.

19. yüzyılın başında salhane dışında hayvan kesme yasağına her zaman uyulmadığı için, Pera, Galata ve Fener’in bazı yerlerinde bulunan kasap dükkânlarının çevresi çok kötü kokuyordu5 Salhanelerde “kanlı kuyu” adıyla kanın aktığı çukurlar bulunuyordu.6

1798 yılında yazan Eton’a göre, Kasapbaşı’nın gözetimi altında, İstanbul’da her yıl 130,000- 156,000 koyun kesilirdi.7

Hayvan kesilirken acı çektirmemek için keskin bıçakla, nefes borusu ve atardamarlarını diklemesine kesilerek hemen ölmesini sağlamak, İslam dini gereklerindendir.8

16. yüzyılın ortasında sekiz yıl elçi olarak Türkiye’de kalan Busbecq, koyunların acı ve işkence çekmesine izin verilmediğini anlatır.9 White’a göre İslamî kurallara uydukları sürece hayvan kesenler Hıristiyan veya Yahudi olabilirdi.


b. Kasap dükkânları
16. yüzyılda İstanbul’da çok sayıda kasap dükkânı vardı (Türkiye’nin Dört Yılı’nın anonim yazarına göre Burgaz’daki ev sayısı kadar, bkz. s. 182). 1610’larda Türkiye’de gezen George Sandys, etin çok ucuz olduğunu, iki üç akçe için üç kişiyi doyuracak koyun eti alındığını anlatır.10

Evliya Çelebi zamanında İstanbul’da 999 kasap dükkânı ve çoğu yeniçeri olan 1700 kasap vardı.11 Salhaneden getirilen yüzülmüş koyunlar, kasaplar tarafından satırlarıyla ile ikiye ve dörde bölünürdü:

“... Kassâb Cömerd köçekleri ellerinde sâtûrları ile nîme nîme ve çeyrek çeyrek edüp sarı pirinç kefeli terâzûlarda vezn edüp, “Ala on vukıyye akçe, al cânım eyisin ver cânım, ala bir eyi kebablık, ala bir a’lâ kıymalık” diyerek bellerinde sâtûrları ve pala kılıçları ve kassâb bıçaklarıyla kendülerin zeyn edüp cümle piyâde ubûr ederler.”


c. Çeyrekçiler (sokak kasapları)
Sokak kasaplara verilen “çeyrekçi” adı, koyunun çeyrek bölümlere ayrılan parçalar hâlinde taşıdıklarından kaynaklanıyor olabilir. Yukarıda Evliya Çelebi’nin anlattığı gibi, koyunlar yarım veya çeyrek parçalara ayrılırdı. Ayrıca 1830’lu yıllarda Rusçuk’taki sokak kasapları, omuzlarındaki sırıklardan asılan koyun “çeyrekleri” taşıdıkları biliyoruz.12

19. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da bir süre yaşayan ressam Mary Alelaide Walker, sokak kasaplarının etlerini at üzerinde taşıdıklarını anlatır.13 Keçi ve Karaman koyunu etleri satan bu kasaplar, tahtadan kurdukları tezgahın üzerinde keserlerdi.


Kullanılan aletler

I. Kesici aletler
Kasapların hayvanları kesmek, yüzmek ve parçalamak için kullandıkları kesici aletler, satır, balta ve bıçaktı.

a. Satır
Saray mutfaklarına ait 1489-1490 tarihli kayıtları arasında “satır-ı köfte”ye rastlanır.14 Aynı kaynakta rastlanan diğer satır alımları arasında kabzalı bir satırın 1573-1574 tarihli kaydı da bulunuyor.15

Lehce-i Osmanî’de satır için “Keskin alet, büyük enli bıçak” tanımı verirken 1901 tarihli Kâmûs-ı Türkî’de “Et ve saire kesmeğe ve kıymağa mahsus enli ve ağır bıçak ki balta gibi urmağla keser” olarak tanımlanır.16
Kasap dükkanlarında yüzülmüş hayvanları parçalayanlara “satırcı” denilirdi.17 Hayvanları parçalamak ve eti hem kesmeye hem de kıymaya yarayan satırlar, kasapların en önemli aletleriydi.

Osmanlı döneminde satır şekilleriyle ilgili olarak en eski kaynağımız, ikisi minyatür olan üç resimdir. Bunlardan birincisi, 1582 yılında yapılan sünnet şenliğine ait bir minyatür (Resim 1). Esnaf geçitinde görülen üç kasaplardan birinin sol elinde tuttuğu ucu küt ve ucuna doğru genişleyen bir satır, sol omuzu tarafında yukarı kaldırıldığı anda gösterilmiştir.

1720 yılında yapılan sünnet şenliğini resimleyen minyatürlerden birinde görülen kasabın elinde de buna benzer bir satır vardır (Resim 2). Kasap, yukarıya kaldırdığı satırla, yüzülmüş bir koyunu parçalara ayırmaya hazırlanıyor. Arabanın ön tarafında daha önce kesilen iki yarım veya çeyrek koyun parçası asılı duruyor.

17. yüzyıla ait olduğu düşünülen bir çarşı albümünde bulunan bir başka kasap resminde, sağ elinde aynı tipte bir satır tutuyor, diğer elinde tuttuğu masatla satırı biliyor. (Resim 3). Her üç resimde görülen bu satır türü, ayrıca 19. yüzyıla ait iki fotoğrafta da görülebilir (Resim 4 ve 5).

Bu tür satırın günümüze gelen bir örneğin bir yüzünde beş damga vurulmuştur (Resim 6). Küçük kare şeklindeki damgalar silik olduğundan, yazı veya motifleri tespit edilemiyor (Resim 7).

Çarşı albümüne ait resimde kasabın elinde tuttuğu satır, figürün kasaplık mesleğini temsil eder gibidir. 1582 tarihli minyatürde de, üç kasaptan sadece birinin elinde bu tür bir satır tuttuğuna bakılırsa, ustalara özgü bir alet olabilir. Damgalar genellikle ya değerli bir metal olan gümüşün ayarını veya dirhemlerin ağırlıklarının kontrol edildiğini göstermek için vurulurdu. Halbuki bu demir satır, ne değerli bir maddeden yapılmış ne de hileye sebep olup muhtesib tarafından kontrol edilecek bir alet olduğuna göre damgasız olması gerekirdi. Acaba damgalar loncaya ait olup, satır sahibinin kendi dükkânı açma hakkına sahip olduğunu gösteriyor olabilir mi?

Bundan başka farklı biçimli iki tip satıra rastlanır. Kasım 1914’e ait bir Karagöz karikatüründe görülen satır bunlardan biridir (Resim 8). Bu satırların bir kısmının sırtında kemik kırmak için çıkıntısı bulunur (Resim 9). Aynı tip satırlar hala Eminönü’nde satılmaktadır (Resim 10).

Diğer satır tipinin gövdesi hilâl şeklinde. Üzerinde kazılmış çizgiler hâlinde veya kalıpla vurulmuş basit süsleri bulunur, sapı demir veya ağaçtan olur (Resim 11 ve 12).
Anadolu’da her iki tipe rastlanır.18

b. Balta
1582 yılına ait minyatürde et kütüğünde duran bir balta görülmektedir. Yazılı kaynaklara baktığımız zaman 1640 yılına ait narh defterinde iki tür baltanın adı geçmektedir: Biri 2.5 vakıyye (3.2 kg) ağırlığında olan “balta-i kıyma” ve 1 vakıyye 100 dirhemlik (1.6 kg) “balta-i kasab”.19 Aynı listede bulunan “satır-ı kıyma”nın ağırlığı 800 gr olup “balta-i kıyma”nın ağırlığının dörtte birine eşit olması, kıyma satırı ile kıyma baltası arasında önemli bir kullanım farkına işarettir.
1901 tarihli Kamûs-ı Türkî’de “aşçı baltası”, “et kesmeğe mahsus enli ve kısa saplı balta” olarak tanımlanmaktadır.20


c. Bıçak
1582 yılına ait minyatürde satırı taşıyan figürün beline soktuğu, uzun bir zincir veya iple bağlı bir bıçak görülüyor. Diğer iki kasap aynı şekilde bellerine zincir veya iple bağlı olan kısa ve ince namlulu bıçaklarını ellerinde tutuyorlar. Orta ön planda duran boğazı yeni kesilmiş koyun, sağ öndeki kasap tarafından kesilmiş olmalıdır. Nitekim hayvan kesme işinin bu tür bıçakla yapıldığı düşünülebilir.

Biri yüzmek ve diğeri et kesmek için kullanılan iki bıçak, Kasım 1914 tarihli Karagöz gazetesinde yayınlanan karikatüründe görülmektedir (Resim 8). Günümüze gelen iki eski kasap bıçağı için bkz. Resim 13 ve 14).


II. Diğer araç gereçler
d. Masat
Kesici aletleri bilemeye yarayan masadın diğeri adı “bileği demiri” idi.21 Çarşı albümü  resminde tasvir edilen kasabın sol elinde tuttuğu sapı halkalı masatla satırını biliyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Müzesi’nde bulunan süslü bir masatın tepesinde de iki dilimli halka bulunuyor, ayrıca sapına birçok masatta görüldüğü gibi küçük halkalar geçirilmiştir. (Resim 15 ve 16).


e. Yağrık (et kütüğü)
Ağaç kütüğünden yapılan ve üzerinde et parçalanan veya kıyma yapılan yağrık, 1582 yılına ait minyatürde görülmektedir. Lûgat-i Ni’metullah’da yağrıkla ilgili şu bilgiler bulunuyor: “Yağrık ki üstünde kasaplar ve gayriler et keserler ve yahut odun keserler.”22 1890tarihli Redhouse sözlüğünde ise, “yağrık”tan başka “yığrık” şekli de bulunur.23

Daha geç bir resimde farklı biçimde bir yağrık tasvir edilmiştir (Resim 8). 17 teşrin-i sani 1330 (Kasım 1914) tarihli Karagöz gazetesinde yayınlanan bu karikatürde, üç ayak üzerinde duran geniş yuvarlak yağrıkta iki kasap et kesiyor.

f. Çengel
Kasap çengelleri, Ekim 1914 yılına ait bir Karagöz karikatüründe görülür (Resim 17). Geç Osmanlı döneminden kalma ve Bursalı bir kasaba ait olan çengellerden biri koyun asmak için (Resim 18). Çok daha iri ve zincirli olan diğeri, sığırlar için kullanılmıştır (Resim 19).

g. Terazi
Evliya Çelebi, kasapların pirinç kefeli terazi kullandıklarını anlatır.24 1582 tarihli Surnâme minyatüründe böyle bir terazi asılı olarak tasvir edilmiştir (Resim 1).


h. Kasap süngeri
Kasaplar, dökülen kan ve pislikleri silmek için sünger kullanırlardı.25 Pisliğinden dolayı pis veya utanmaz anlamına gelen “kasap süngeri ile silinmiş yüz” deyiminin ortaya çıkmasına neden oldu.26


i. Tel dolap
1913 yılına ait bu Karagöz karikatüründe tel dolabı tasvir edilmiştir (Resim 20). Karagöz ve kasap arasında geçen konuşmadan bu sırada getirilen yeni bir belediye kuralı sonucunda İstanbul kasaplarının etlerini tel dolapta saklamaya başladıkları anlaşılıyor:

Kasap – Alsana. Okkası on altıya.
Karagöz – Eskiden kafesli ve cameler yapılmadan kokusunu olsun alıyorduk. Şimdi onu bile alamıyoruz.


Kaynaklar:
Ahmed Vefik, Lehce-i Osmanî, [1889] Haz. Recep Toparlı, Türk Dil Kurumu, Ankara 2000.
Mütercim Âsım Efendi, Burhân-ı Katı, [1797] haz. Mürsel Öztürk ve Derya Örs, Türk Dil Kurumu, Ankara 2000.
Barkan, Lütfi Ömer, “İstanbul Saraylarına ait Muhasebe Defterleri,” Belgeler, C. IX S. 13, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1979, s. 1-380.
Burton, Nathanael, Narrative of a Voyage from Liverpoool to Alexandria, touching at the Island of Malta, and from thence to Beirout in Syria, with a journey to Jerusalem, voyage from Jaffa to Cyprus and Constantinople, and a pedestrian journey from Constantinople to the town of Hamburgh in the years 1836-37, Dublin 1838.
Busbecq, Ogier Ghiselin de, The Turkish Letters of Ogier Ghiselin de Busbecq Imperial Ambassador at Constantinople 1554-1562, çev. Edward Seymour Forster, Oxford 1927.
Conisby, Humphrey, 1604, Cotton MSS NERO B.xi/4D. ff.1-16.
Derleme Sözlüğü, 12 cilt, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1963.
Domenico, Hierosolimitano (1552-1622), Domenico’s Istanbul, translated with an Introduction and Commentary by Michael Austin, E.J.W. Gibb Memorial Trusts, 2001.
Eton, W. A Survey of the Turkish Empire, original ed. 1798 London: Gregg International facsimile ed 1972.
Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, Haz. Robert Dankoff, Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı vol. 1, 2nd edn., Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2006.
Koşay, Hâmit, Akile Ülkücan, Anadolu Yemekleri ve Türk Mutfağı, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara 1961.
Kütükoğlu, Mübahat S., Osmanlılarda Narh Müessesi ve 1640 tarihli Narh Defteri, Enderun Yayınları, İstanbul 1983.
Rauwolff, Leonhart, “Dr. Leonhart Rauwolff’s Itinerary into the Eastern Countries, as Syria, Palestine, or the Holy Land, Armenia, Mesopotamia, Assyria, Chaldea Etc.”, çev.
Nicholas Staphorst, A Collection of Curious Travels and Voyages, Haz. John Ray, Londra 1693.
Redhouse, James W., A Turkish and English Lexicon, İstanbul 1890.
Sandys, George, Sandys Travells, containing an History of the Original and present State of the Turkish Empire, 6. baskı, Londra 1670.
Şemseddin Sâmî, Kâmûs-ı Türkî, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1989 (ilk basım 1317/1901).
Tarama Sözlüğü, 8 cilt, Türk Dil Kurumu, Ankara 1988.
Türkiye’nin Dört Yılı, 1552-1556, çev. A. Kurutluoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser No 18, İstanbul, tarihsiz.
Walker, Mary Adelaide, Eastern Life and Scenery with Excursions in Asia Minor, Mytilene, Crete, and Roumania, 2 cilt, Londra 1886.
White, Charles, Three Years in Constantinople or, Domestic Manners of The Turks in 1844, 3 cilt, Londra 1846.


RESİMLER VE RESİMALTLARI



Resim 1

Resim 2

Resim 3

Resim 4


Resim 5

Resim 6

Resim 7


Resim 8
(Karagöz, 693 17 teşrin-i sani 1330 [Kasım 1914] s. 4 (duvardaki yazı: ittifak-ı kasab ikani, sahibleri, Haydenburg-Karagöz-Makinzen) Karagöz – Kasap başı! Biz bunları parçalarken sen de çabuk yüzmeğe çalış. Çünkü arkada daha bir kaç yüz büyük tane var.


 Resim 9

Resim 10

Resim 11

Resim 12


Resim 13


Resim 14

Resim 15


Resim 16

Resim 17
Karagöz 680 19 Teşrin-i evvel 1330 [Ekim 1914] s. 4 Hacıvat – Kolay gele Karagöz! Bu kadar eti böyle ne yapıyorsun? Karagöz – Ne yapacağım? Ben yalnız kendimi değil; bizi muhafaza, vatanı müdafaa eyleyen sevgili asker kardeşlerimizi kendimden evvel düşünüyorum. Onlara kavurma yapıyorum.

 Resim 18

Resim 19


Resim 20
(530 19 Haziran 1329 [1913] s. 4 Kasap – Alsana. Okkası on altıya. Karagöz
– Eskiden kafesli ve cameler yapılmadan kokusunu olsun alıyorduk. Şimdi onu bile alamıyoruz.)



/Priscilla Mary Işın
Araştırmacı yazar, İstanbul.