“İktidar sahibi
insanlar hep et yemişlerdir. İşçi sınıfı karbonhidratlardan oluşan bir karışımı
tüketirken, Avrupa aristokrasisi her çeşit etle dolu büyük öğünler
yemişlerdir.”
“Almanca konuşan
halklar, patates yerine devrimin mükemmel tohumlarını taşıyan fasulye
tüketselerdi, başarı kendiliğinden gelecekti.” Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu’nda Almanca konuşulan topraklarda, Pan-Germanizm ulusal
birliğinin kurulabilmesi için 1848 yılında bir halk hareketi başlatılmıştı.
Hareket başarısız olmuş, istenilen sonuçlara ulaşılamamıştı. Bunun üzerine
Feuerbach bu başarısızlığın halkın patatese olan düşkünlüğünden kaynaklandığını
düşünmüş ve yukarıdaki cümleyi kurmuştu. Benzer biçimde, öteden beri insanın
yediği şeye benzediğine atıfla “ne yersen osun” vecizesi yazın dünyasında
dolaşımdadır. Yenilen yemeğin insanları ve toplumları inşa ettiği düşüncesinden
hareketle söylenen bu söz, tersinden “neysen onu yersin” olarak da
düşünülebilecek paradoksu bünyesinde barındırmaktadır. Çünkü istediği şeyi
yemek belli bir sınıfın ayrıcalığı olarak kabul edilmelidir. Zira dünyanın
büyük bir bölümü istediğini değil ulaşabildiğini yemektedir.
Ayrıntı Yayınevi
tarafından yayımlanmış, Carol J. Adams’ın kaleme aldığı Etin Cinsel Politikası:
Feminist-Vejetaryen Eleştirel Kuram (çev. G. Tezcan ve M.E. Boyacıoğlu) bu
konudaki en radikal tezi ileri sürmekte ve et yemek ile ataerkil dünya görüşü
arasında bir bağlantı olduğuna dikkat çekmektedir. “Bu kitap eti hayatımızdan
çıkarmaktan bahsetmenin, erkek egemenliğinin bir boyutunu yerinden sökmek
anlamına geldiğini savunuyor ve hayvanların maruz kaldığı sömürü ile kadınların ezilmişliğinin eşleşme biçimlerini ifade
ediyor”. Carol J. Adams, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin, şiddetin ve hatta diğer
canlılar arasında insan seçkinciliğinin nedeni olarak et tüketimini gösteriyor.
Bu nedenle de beslenme sistemimizden eti çıkarmanın geniş ataerkil kültürün
yapısını sarsacağını, en azından tehdit edeceğini ileri sürüyor.
etin-cinsel-politikasi472707909Carol
Adams, bu ilginç çalışmasında, insan doğasının etobur olmadığını,
fizyolojisinin de diğer etoburlara benzemediğini söyleyerek ağız, çene ve
özellikle de diş yapısının otobur yeme biçimine uygunluğuna dikkat çekmiş.
Aslında bu düşünce yeni de değildir; ünlü Romalı vejetaryen yazar Plutarkhos da
bir makalesinde şöyle ifade eder: “Eğer etçil olduğunuza inanıyorsanız o zaman
yemek istediğiniz hayvanı kendiniz öldürmekle işe başlayabilirsiniz ama bunu
kendi doğal silahlarınızla yapın; kasap bıçağı, balta ya da sopa kullanmadan…
İnsanların kıvrık bir gagaları, keskin pençeleri, sivri dişleri yoktur.” Öte
yandan Adams’a göre, et yemenin doğasında şiddet barındırdığı kesindir. Çünkü
“bir hayvan ölmeksizin kimse et yiyemez.” İnsanın eski atalarının otçul
beslendiklerini ileri süren Adams, et tüketiminin son 40 bin yıldır ortaya
çıktığını (bu gerçekten uzak bir iddiadır) ve son iki yüz yıldır da etin her
gün ulaşılabilen bir besine dönüştürüldüğünü iddia ediyor. Buna kanıt olarak da
ele geçirilen insan kalıntılarındaki, parçalamaya değil çiğnemeye ve ezmeye
yarayan dişleri ve uzunluğu sebebiyle etoburlardan ziyade otobur hayvanlara
benzeyen bağırsakları gösteriyor.
Benzer biçimde dil
dünyasında da insanların et yemeyi kültüralize ettiklerini iddia eden Adams, bu
konuda çarpıcı örnekler sunmaktadır. Hiç kimse ölü bir hayvan yediğini söylemez
ve hatta ima dahi etmez. “Et” diyerek onun bir canlı olduğunu unutturacak nesnel
bir isim kullanarak, hayvan her şeyden önce dilde ve dille öldürülür. Bu yüzden
de “et denildiğinde aklımıza öldürülmüş hayvanlar değil mutfak gelir.” Benzer
şekilde öldürülmüş hayvan bebeklerinden değil, pirzoladan veya kuzu etinden söz
edilerek, insan vahşetinin dildeki kanlı izleri silinir. “Et sözcüğü ile ölüm
gerçekliği yok olur.” Kültürel yaşamın hemen her alanında et yemenin erkeklik,
güç ve şiddetle özdeş algılandığını söyleyen Adams, bu davranışın erkek
tahakkümünün ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret etmektedir. Özellikle sembol
dünyasında eril yüklenmeler taşıyan et yemek, iktidarla denk tutulmuş ve
gündelik yaşamın içine güçlüce yerleşmiştir. Vejetaryenliğin kadınlar arasında
daha yaygın oluşuna da vurgu yapan Adams, tesadüfi olamayacağına dem vurarak
bunu feminizmle ilişkilendirmiştir. Kitap bu noktadan hareketle, et yemeyi
bilinçli olarak reddetmenin ataerkil fallokrasiyi sarsmak açısından feminizmi
güçlendireceği iddiasını taşımaktadır.
Carol J. Adams’ın
kitabındaki tek zayıf nokta insanın etle ilişkisinin başlangıç tarihidir.
Adams, insanın yaşamına etin yaklaşık 40 bin yıl önce dahil olduğunu iddia etse
de insanın en başından itibaren (yaklaşık 4 milyon yıldır) et yediği tüm bilim
dünyasının hemfikir olduğu konuların başında gelmektedir. Bu nedenle de
başlangıçtan itibaren et yiyen insanın fizyolojisinin de buna uygun gelişmesi
doğal karşılanmalıdır. Özellikle de insanın et tüketimini artırmak amacıyla 2,5
milyon yıl önce alet yapmaya başladığı arkeoloji dünyasının temel
kabullerindendir. Bu küçük eleştiriye karşın Carol J. Adams’ın Etin Cinsel
Politikası başlıklı kitabı, özellikle et yemenin sembolik ve kültür dünyasında
üstlendiği anlamlar; hayvanlar ve kadınların uğradığı eril şiddetle bağlantılı
iddiaları için mutlak okunması gereken kitaplar arasına kaydedilmelidir.
Çünkü “et yemek,
erkek tahakkümünün ayrılmaz bir parçasıdır; vejetaryenlik ise ataerkil kültürde
rahatsızlık işareti sayılır” iddiası vejetaryenlerin sayısının giderek arttığı
günümüzde alternatif bir kültürün müjdecisi olabilir.
/
İsmail Gezgin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder